Kayıtlar

Nisan, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KAĞIT EV - CARLOS MARÍA DOMÍNGUEZ

Resim
"Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. Kitaplar, asla geri dönemeyeceğimiz bir anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşmasıyla tutunurlar insana. ...Üstlerinde gün, ay, ve yıl yazan sayısız kitap gördüm ben; gizli bir takvimi oluşturur her biri. ...Kimse bir kitap kaybetmek istemez. Bir daha okumayacak olsa da başlığında eski, belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük, saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz." Kağıt Ev, içinde kitaplar hakkında yazan birbirinden hoş cümleleri sayesinde kitapseverleri etkisi altına alabilecek nitelikte bir kitap. Öte yandan, içindeki gizemli hikaye ile kitapların ve sahiplerinin başına gelenler, okurlar için hüzünlü bir ortam yaratıyor. Arjantinli yazar Carlos Mar ía Dom ínguez'in içinde bambaşka kitap ve yazarlara yer vermesi ile oluşturduğu "kitaplara, okumaya ve aşka dair" olan bu kitap, bir çırpıda bitirilebilecek sürükleyici bir kısa öykü okutuyor okurlar

KIRMIZI SAÇLI KADIN - ORHAN PAMUK

Resim
 "Göğe çıkıp yıldızların ışıltısına ulaşmak yerine, şimdi üzerinde uyuduğumuz toprağın içine girmeyi hayal etmemiz doğru muydu?" Herkesin kendi yolunu bulmaya çalıştığı bu dünyada, aileden başlayan ve topluma karıştıkça sorumluluklarla birlikte artan otoriter güç kaçınılmaz bir gerçek. Bu otoriter gücün örnekleri ise baba-oğul ilişkilerinde olduğu kadar, devlet-toplum ilişkisinde de karşımıza çıkar. Pamuk,   bu otorite kavramı ışığında bir babaya sahip olmak kadar olmamanın da etkilerini aynı baba oğul üzerinden okura yansıtıyor bu kitabında. Bu durumun yarattığı çelişkiyi ise iki farklı baba-oğul efsanesi üzerinden anlatıyor. Bir Batı efsanesi olan Kral Oedipus' un sonunda oğul babayı öldürürken, Doğu efsanesi Rüstem ile Sührab' da oğul baba tarafından öldürülüyor. Batı'da oğulun babayı öldürmesi ile bireyin baştan özgürleşmesi kabul edilirken, Doğu'da hayatta kalan baba oluyor; otorite yıkalamayan ve devam eden bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Ş aşırt

ZEN VE MOTOSİKLET BAKIM SANATI - ROBERT M. PIRSIG

Resim
"Ve nedir iyi, Phaedrus, ve nedir iyi olmayan; Bunu söyleyecek birine ihtiyacımız var mı?" Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı yine alışılmışın dışında bir roman niteliğinde benim için. Oğlu ve iki arkadaşı ile birlikte motosiklet yolcuğu yapan bir adamın dilinden okuyoruz bu romanı. Bu yolculuğu motosikletle yapıyorlar çünkü hissediyorlar; esintiyi, doğayı, zamanı. Araba gibi kapalı bir kutunun içinden bakmıyorlar etrafa.  Tüm yolculuk boyunca aktarılan düşüncelerin arasında kendi düşüncelerinize yer bulabildiğiniz bu kitap felsefik bir motosiklet bakım sanatı ile karşı karşıya bırakıyor okuru. Burada bize anlatılan motosiklet ise kendimiz. Dünyayı düzeltmenin yolunun kendimizi düzeltmekten geçtiğine inanan Pirsig, bu kitap sayesinde bizlere kendimizi bakıma alma fırsatı veriyor; değerlerimizi sorgulatıyor. Zen Budist pratiğinden taşıdığı izler sayesinde "anda" kalmayı hatırlatıyor, hatta hissettiriyor. Zen anlayışı anda kalmaya dayanan, bulunan durumu hissederek yaşam

EYLÜLÜN GÖLGESİNDE BİR YAZDI - FERİT EDGÜ

Resim
"Yazacaktım, biliyorum, bir gün yazacaktım, tüm olanaklarımla ve olanaksızlıklarımla. Ama yazabilmek için bunları aşmam gerekiyordu. Aşamadım. Aştığımı sandığımda yanılmış olduğumu gördüm. Düşleyen bir yazardım. O sıralar. Düşleyen ve düzleyen." Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Ferit Edgü'nün yalın ama yoğun anlatımı ile toplumca dışlanmış, toplumda herkesin edindiği olağan yerin dışında kalmış insanların hikayesini anlattığı üç bölümden oluşan bir kitap. İlk bölümde Çakır'ın öyküsünü uzun yıllar sonra kaleme almaya karar verdiğini açıklayarak eleştirilme korkusunun kitabı yazma konusunda nasıl da etkili olduğunu içten bir şekilde açıklıyor.  Kitabın ikinci bölümü alışılmışın dışında ve oldukça farklı. Çakır'ın hayatında hiç fotoğraf çektirmediğini fark eden anlatıcı, Çakır'ın hayatındaki "an"ları bir fotoğraf karesini anlatırmışçasına aktarıyor; okurken gözde canlanan saniyelik anlar sayesinde fotobiyografik bir okuma deneyimi yaşatıyor. Bu bölüm, okur

YALNIZLAR - ZAVEN BİBERYAN

Resim
 "Hayat bilir misin neye benzer, Madam Yeranik? Rüyanda denizi görürsün, sana olmuş mudur hiç? Yüzmek istersin. Tam yüzeceğin anda kurur, kendini yere yatmış bulursun. İstanbul'un karına da benzer. Şehri örter, sevinirsin. Kalkayım gezeyim, kartopu oynayayım dersin. Bir de bakarsın, erimeye başlamış, sokaklar çorbaya dönmüş. Çamura batarsın."     Hepimiz aynı yerde yaşıyor, aynı olayların sonuçları ile mücadele ediyoruz ama birbirimizden habersiziz, tamamen yabancılaşmış durumdayız. Biberyan bu romanında tam olarak bu yabancılaşmayı okutuyor bizlere; iki gün içerisinde biri Türk biri Ermeni iki farklı ailenin başından geçenleri, hissettikleri ortak duygu olan "yalnızlık" üzerinden anlatıyor.      Zengin bir Türk ailesinin evlatlığı olan Gülgün'ün zengin olma arzusu, yaşadıkları, düşünceleri yalnızlığın tüm çelişkilerini içinde barındırıyor. Kitabı okurken Gülgün ile geçirilen zaman sayesinde toplumsal baskının ve benlik sorununun sonuçları gün yüzüne çıkıyor

FAHRENHEIT 451 - RAY BRADBURY

Resim
"Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı, derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür orada olacak." İlk olarak 1953'te yayımlanan bu roman çok önemli bir distopik roman örneği. Ray Bradbury, televizyonun insanları ele geçirdiği, kitapların yasak olduğu bir dünyanın kapısını açıyor bu kitabında. İtfaiyecilerin görevi ise artık yangın söndürmek değil; kitapları yakmak. Öyle bir dünya düşünün ki kitapları okumak suç, üretmek yasa dışı.  Kitabın kahramanı itfaiyeci Mon

GÖĞÜ DELEN ADAM - ERICH SCHEURMANN

Resim
"Birileri çıkıp daha fazla istediği için, Tanrı, güneşini bile eşit dağıtamıyor." Kabile reisi olan Tuiavii'nin kabilesine Papalagi' lerden bahsettiği konuşmalardan oluşan bu kitap, beyaz ırkın dünyasını ilkel hayat yaşayan insanlar üzerinden eleştiriyor. Papalagi kelimesi beyazlar ya da yabancılar manası taşısa da asıl anlamı "göğü delen" demek. Sözde üstün beyaz ırkların göğü delebildiği aşikar. Peki bu dünyada yarattıkları yeni hayat? Bu kitap günlük hayatta kullandığımız, yaptığımız, düşündüğümüz, taptığımız her şeyi tekrar gözden geçirmemizi sağlıyor. Fazlasıyla mana yüklediğimiz değerler, gittikçe doyumsuzlaşan hayatlar, her geçen gün artan bireyselcilik...  Her şeyin en iyisini isterken nasıl da karmaşıklaştırdığımızı ve buna "gelişmek" dediğimizi bize anlatan Tuiavii, her bölüm sonunda kabilesine tavsiyeler veriyor; siz siz olun onlar gibi olmayın, hayatın tadını çıkarmayı unutmayın, onlar gibi kendi ürettiklerinin kölesi olmayın diyor. Çün